Taihe böyle geçti:
"Kubilay Olayı!"
23 Aralık 1930.
Cumhuriyet karşıtı bir grup dinci, yobaz güruh tarafından
Şehit edilir Kubilay öğretmen/ asteğmen.
Yer, ne yazık ki Menemen.
Kurtuluştan sonra kuruluşa gelinir.
1923, Cumhuriyet ilan edilir.
Ardından Cumhuriyete karşı,
peş peşe yıkıcı isyanlara girişilir.
İlki, 1925 dinci-gerici Şeyh Sait İsyanı.
Gerici-irticai nitelikli ikinci kalkışma da, İzmir-Menemen’de ortaya çıkar.
Asteğmen öğretmen Kubilay, 23 Aralık(bugün) Menemen’de hunharca şehit edilir.
Bu olay, Cumhuriyete karşı dış destekli, büyük suikasttir.
Atatürk için de affedilmezdir.
Kubilay’ın katillerinin izleri, o gün bugündür,
Cumhuriyet’in belleğinden,
hiç mi hiç silinmedi ve silinemezdi.
Kubilay "Devrimin Şehidi" olarak, kalıcılaşıp,
sembolleşti.
En baştan, kurtuluştan kuruluşa,
verilen nice şehitlerle idrak edip, erdik Cumhuriyete.
Tabi, esip savurmak kolay
elbet şimdilerde!
Kubilay'ın başını gövdesinden ayırıp, bayrak yapıp dolaştıran katil Derviş Mehmetler ve sürüsündekiler, genç Cumhuriyete karşı ihanetin ve suikastin, ilelebet kara simgesidirler.
Bilmeyenler, bilip de bilmezden gelenler, öğrenmelidirler.
23 Aralık 1930, o gün bu gündür,
şehit Kubilay ile bütün ülkede, kıpır kıpır eder, çarpar yürekler.
Çünkü uğruna
Cumhuriyet’in,
ödendi, ödenir,
ödenmektedir;
nice nice bedeller…
Ancak,
bir nokta var ki,
tarihin akışı
geciktirilse de bir süreliğine; döndürülemez
elbet ve asla, gerisin geri.
Çünkü büyük kurtarıcı, kurucu Atatürk’ümüzün verdiği çağdaş Cumhuriyet parolası,
çağdaş uygarlık düzeyinin
üzeri.
Daima hep önde hep ileri...
Bunun yoktur asla, olamaz bir bahanesi.
KUBİLAY DESTANI
(Kubilay ve iki bekçinin anısına):
23 Aralık 1930'dur
Gece yeşilimsi,
Dağlar kara ak;
Altın çizgi gibi yerle gök,
Gün ha doğdu ha doğacak.
Don yoktu lakin donmuştu,
Sanki sarı yapraklarla kış,
Kocaman bir yüz;
Tarla çizgileriyle kilim gibi,
Menemen’in ovası dümdüz.
Mehdi kılıklı Derviş Mehmet,
Yürümüştü Manisa'dan,
Kötü bir sarı su gibi;
Beş on adamıyla Menemen'e
Varmak üzere,
Yılan uykusu gibi.
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi,
Bir çınar dalı gibi yere;
Sarktı koynundan anasından gelen
Mavi-mor çiçek bir çevre…
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi
Bir söğüt dalı gibi yere;
Aydınlık aydınlığa yaklaşırken,
Sonsuzluğa ere ere…
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi
Bir zeytin dalı gibi yere;
Düştü cebinden bir kitap,
Açıldı göklere…
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA