Mikdat BESNİ


Öykü: Mikdat Besni Bir Anın Sonsuzluğu

Sabahın ilk ışıkları, evrenin nabzıymış gibi toprağa düşüyordu.


Sabahın ilk ışıkları, evrenin nabzıymış gibi toprağa düşüyordu.

Çiy damlaları, geceden kalma rüyaların kalıntısı gibi çiçeklerin üzerinde asılıydı. Ve bir tohum başının solgun telleri arasında, bir uğur böceği duruyordu.

 

Dünya, o an yalnızca onun etrafında dönüyor gibiydi.

Bir tarafında kuruyan yaprakların kahverengiye çalan sessizliği, diğer tarafında ise gökyüzünün derin mavisi uzanıyordu.

Uğur böceği, iki uç arasındaki o ince çizgide duruyordu, varlıkla yokluk arasında, düşmekle uçmak arasında…

 

Bir anlığına durdu, ardından antenlerini kaldırdı. Rüzgârı yokladı.

Her şey o kadar hafifti ki; bir tek nefes, bir tek dokunuş, varlığı un ufak edebilirdi.

İşte tam da bu yüzden güzeldi hayat: çünkü her şey kırılgandı.

 

Uğur böceği, kendi küçüklüğünü fark etti belki de.

İnsanın varoluşu da böyle değil miydi?

Kendini evrenin merkezinde sanır, aslında bir karahindibanın tüyü kadar hassas bir dengeye bağlıdır.

Bir rüzgâr estiğinde yön değiştirir, bir yağmur damlası geldiğinde tüm planları bozulur.

Ve yine de yaşamaya devam eder, çünkü yaşam, her şeye rağmen direnmenin şiiridir.

 

Rüzgâr hafifçe esti.

Uğur böceği, tutunduğu o ince karahindiba tüyünün titreşimini hissetti.

Bir adım daha atsaydı, uçacaktı.

Uçmadı, uçmakla kalmak arasında bekledi.

Tıpkı bir düşünceyle bir eylem arasındaki o sonsuz bekleyiş gibi.

Bir insanın karar veremediği ama kalbinin çoktan bildiği anlar gibi…

 

O sırada güneş, ufukta kendini gösterdi.

Işık, uğur böceğinin kırmızı sırtında parladı; küçük bir yıldız gibi.

O anda evrende milyonlarca olay oluyordu, galaksiler çarpışıyor; yıldızlarla insanlar doğuyor ve ölüyordu. 

O kozmik karmaşanın ortasında, bir tek sahne vardı ki zaman orada durdu:

Bir uğur böceği, bir tohum başının üzerinde, bir düşünce kadar kısa ve bir evren kadar derin bir an yaşıyordu.

 

Rüzgâr bir kez daha esti.

Bu kez uğur böceği bırakmak istedi kendini.

Ve bıraktı.

 

Karahindiba tohumu, onunla birlikte havalandı.

İkisi de, birbirine tutunarak gökyüzüne savruldular.

Biri tohumdu, geleceğe kök salmanın umudu.

Diğeri böcekti, şimdide var olmanın anlamı.

İkisi bir araya gelince, zamanın iki yönü birleşti:

Var olmak ve oluşmak.

 

Yükseldikçe, uğur böceği aşağıya baktı.

Az önce üzerinde durduğu yer küçülüyordu.

Ve o an anladı:

Hayat, bir yere aidiyet duymakla değil; özgür olmakla güzeldi.

Her uçuş, bir kayıptı.

Aynı zamanda bir keşif.

 

Rüzgârın ritmiyle savrulurken, uğur böceği kendine fısıldadı:

“Belki de yaşam, düşmeden uçmayı değil, düşerken umudunu kaybetmemeyi öğrenmektir.”

 

Sonra gözden kayboldu.

Bir yaprağın üzerine kondu belki, ya da başka bir çiçeğin rüyasına.

O anın anlamı, bir böceğin, bir tüyün, bir sabahın ve bir evrenin aynı anda var olduğu o nokta; sonsuzlukta yankılandı.

 

Ve orada, kimsenin bilmediği bir yerlerde, rüzgâr hâlâ onun hikâyesini anlatıyor:

Küçük bir canlının, varoluşun sessiz anlamını bulduğu anı…

  • BIST 100

    11076,84%0,15
  • DOLAR

    42,09% 0,10
  • EURO

    48,53% 0,14
  • GRAM ALTIN

    5411,88% -0,17
  • Ç. ALTIN

    8921,73% 0,00
  • Salı 21.1 ° / 13.2 ° Güneşli
  • Çarşamba 19.5 ° / 13.3 ° false
  • Perşembe 17.3 ° / 11.5 ° false

Balıkesir

04.11.2025

  • İMSAK 06:09
  • GÜNEŞ 07:33
  • ÖĞLE 12:57
  • İKİNDİ 15:45
  • AKŞAM 18:11
  • YATSI 19:30