Bir gün kendimize bakıyoruz ve yıllar içinde aynı kişi olmadığımızı görüyoruz. Nasıl ki fiziksel olarak büyüyorsak, olgunlaşıyorsak, ruhsal olarak da büyüyüp, olgunlaşıyoruz. Yaş aldıkça neler mi değişiyor hayatımızda?
Hayata yetişme telaşının yerini, hayatı kabulleniş alıyor. Ama bu kabulleniş, yaşanılan anın değerini daha iyi anlamamızın yanı sıra, yaşanılan zorluklar karşısında daha sakin ve olaylara daha farklı bakış açılarıyla bakabilmemizi sağlayan bir olgunluk da katıyor bize.
Zaman içinde, yaptığımız hataları, kaçan fırsatları, verdiğimiz yanlış kararları, tecrübe olarak görme yetisi kazandığımızı fark ediyoruz.
Hiç hoşlanmadığımız, hatta sıkıntıdan patladığımız, ama birilerini kırmamak için yaptığımız ziyaretlere, etkinliklere artık gitmemeye başlıyoruz. Bir kitaba ya da filme başladıysak, beğenmesek bile, illa bitirmeliyim diye kendimize eziyet etmiyoruz.
Etrafımızda çok insan varken de yalnız hissedebileceğimizi, yerine göre içimizi döküp ağlayıp, yerine göre gülebildiğimiz, eğlenebildiğimiz, bize bir şeyler katan, bizi dinlemesini bilen insanların varlığının önemini biliyoruz.
Yani, bizi yoran insanlardan da, hiçbir şey katmayan ortamlardan da arınıyoruz.
Önceden bol kepçeden dağıttığımız hoşgörü, tahammül, taviz konusunda daha cimri, bazı insanları hayatımızdan çıkarıverme konusunda da, daha bonkör oluyoruz.
Rüzgar nereden eserse oraya dönen, menfaatine göre pozisyon alan insanları tanıyor, bu insanlara hiç güvenilmeyeceğini biliyoruz.
Sosyal statü, makam, ya da maddi durumun değişebileceğini, değişmeyecek tek şeyin samimiyet olduğunu biliyoruz.
Bir insanın hobisinin olmasının hayatın verdiği bir armağan, yardıma ihtiyacı olan bir insana el uzatmanın en büyük huzur olduğunu da biliyoruz.
Ama yaş aldıkça en çok, zamanın kıymetli olduğunu, o yüzden çarçur edilmemesi gerektiğini, iyi biliyoruz.