Mustafa Kemal Atatürk'ün 1937 sonlarından siroz teşhisiyle başlayan ve giderek ağırlaşan hastalığının seyrini, bu süreçte görevlendirilen yerli ve yabancı hekimlerin müdahalelerini ve tedavi sürecini 10 Kasım 1938'deki vefatına kadar uzanan son dönemidir. Ayrıca bu dönem de sadece bir hastalık olmadığı, aynı zamanda Atatürk'ün zayıflayan sağlığına rağmen devlet işlerini, özellikle de Hatay meselesini büyük bir kararlılıkla yürütmeye devam ettiği bir irade mücadelesi olmuştur. Amacımız Atatürk'ün son günlerinin, onun liderlik vasıflarını, vatan sevgisini ve son nefesine kadar ülkesinin geleceği için çalışma azmini ortaya koyan kritik bir kesit olduğunu göstermektir.
Ufukta Beliren Kara Bulutlar: 1937 yılına gelindiğinde Atatürk, on beş yıldır Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı Türkiye'yi modern, saygın ve bağımsız bir devlet haline getirmişti. Ancak bu yoğun tempolu hayat, cephelerde geçen yılların yorgunluğuyla birleşerek sağlığını etkilemeye başlamıştı. İlk ciddi belirtiler 1937'nin sonlarında ortaya çıktı. Bu dönem, Atatürk'ün kişisel sağlık sorunlarıyla ülkenin en önemli milli davalarından birinin iç içe geçtiği, dramatik bir sürecin başlangıcı olacaktı.
Hastalığın Teşhisi ve Seyri: Atatürk'ün sağlığındaki bozulmanın ilk somut işaretleri kaşıntı, burun kanamaları ve hazımsızlık şikayetleriydi. Kendi sağlığı konusunda hassas olmasına rağmen, devlet işlerinin yoğunluğu nedeniyle bu belirtileri başlangıçta önemsemedi. Ancak durumun ciddileşmesi üzerine 1938'in başlarında Dr. Nihat Reşat Belger tarafından muayene edildi. Dr. Belger, yaptığı ilk tetkikler sonucunda karaciğerle ilgili bir rahatsızlıktan şüphelendi ve siroz ön tanısını koydu. Bu teşhisin doğrulanması için dönemin önde gelen hekimlerinden Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp'ten konsültasyon istendi. Yapılan detaylı muayeneler, Dr. Belger'in teşhisini doğruladı: Atatürk, karaciğer sirozu hastasıydı. Durumun ciddiyeti üzerine, uluslararası bir uzman görüşü almak amacıyla Paris Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Noel Fissinger Türkiye'ye davet edildi. Prof. Fissinger de siroz teşhisini teyit ederek mutlak istirahat ve perhiz tavsiyesinde bulundu.
Hatay Meselesi: Atatürk'ün son dönemini istisnai kılan en önemli faktör, ağır hastalığına rağmen devlet başkanlığı görevini ve özellikle "kırk asırlık Türk yurdu" olarak nitelediği Hatay'ın anavatana katılması davasını bizzat yürütmesidir. Hekimlerin mutlak dinlenme tavsiyelerine karşın Atatürk, Hatay meselesinin en kritik aşamasında devreye girmekten çekinmemiştir. Bu kararlılığın en somut göstergesi, 19-24 Mayıs 1938 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Mersin ve Adana seyahatidir. Karnında su toplanması başlamış ve ayakta durmakta zorlanıyor olmasına rağmen, bu seyahate çıkarak askeri birlikleri teftiş etmiş ve halka moral vermiştir. Bu gezi, hem Fransız hükümetine hem de dünya kamuoyuna Türkiye'nin Hatay konusundaki sarsılmaz kararlılığını gösteren stratejik bir hamleydi. Atatürk, kendi sağlığını milli bir dava uğruna hiçe sayarak bir liderin vatanı için yapabileceği fedakârlığın en üst düzey örneğini sergilemiştir. Bu çabalar sonuç vermiş ve Türkiye'nin kararlı tutumu sayesinde Hatay, Atatürk'ün vefatından kısa bir süre sonra anavatana katılmıştır.
Dolmabahçe'deki Son Günler: Haziran 1938'de, hava değişimi ve moralinin düzelmesi umuduyla, Atatürk için özel olarak satın alınan Savarona yatına geçildi. Burada bir süre daha Bakanlar Kurulu toplantılarına başkanlık etti ve devlet işlerini takip etti. Ancak hastalığı hızla ilerliyordu. Temmuz sonunda durumu ağırlaşınca, daha kapsamlı bir tıbbi müdahale imkânı olan Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Hayatının son 76 gününü geçireceği Dolmabahçe'deki odası, bir nevi karargâha dönüştürüldü. Atatürk, 1 Eylül'de vasiyetnamesini yazdırdı. Bu, yaklaşan sonun farkında olduğunun ve ulusuna karşı son görevlerini yerine getirme arzusunun bir göstergesiydi. Ekim ayında iki kez komaya girdi. Bu komalar, hastalığın son evreye girdiğinin habercisiydi.
Vasiyeti ve Vefatı: Atatürk, 5 Eylül 1938'de kaleme aldığı vasiyetnamesiyle sadece şahsi mal varlığını değil, aynı zamanda kurucusu olduğu iki önemli kuruma da olan miras bırakmıştır. Mal varlığının büyük bir kısmını, gelirlerinin Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu arasında paylaştırılması şartıyla Cumhuriyet Halk Partisi'ne bırakmıştır. Bu, onun dil ve tarih çalışmalarına verdiği önemin ve bu kurumların Türk kimliğinin inşasındaki rolüne olan inancının son bir kanıtıydı.
Tüm çabalara rağmen durumu giderek ağırlaştı ve 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı, saat dokuzu beş geçe hayata gözlerini yumdu. Vefat haberi, tüm yurdu ve dünyayı derin bir yasa boğdu. Halk, kurtarıcısını ve modern Türkiye'nin kurucusunu kaybetmenin acısıyla sokaklara döküldü. Naaşı, büyük bir cenaze töreniyle İstanbul'dan başkent Ankara'ya uğurlandı ve geçici olarak Etnografya Müzesi'ne konuldu. Bu süreç, Türk milletinin Ata'sına olan bağlılığını ve minnetini gösteren tarihi sahnelere tanıklık etti.
Atatürk'ün son günleri, insanüstü bir irade ile amansız bir hastalığa karşı verilen mücadelenin öyküsüdür. Bu dönem, onun sadece bir asker ve devlet adamı değil, aynı zamanda son nefesine kadar ülkesinin geleceğini düşünen bir lider olduğunu göstermiştir. Hastalığının en ağır döneminde dahi Hatay davası gibi milli bir meseleyi kişisel sağlığının önünde tutması, onun karakterinin ve vatan sevgisinin en somut delilidir. Atatürk'ün son günleri, bir hayatın biyolojik olarak sona erişi değil, fikirlerinin ve mirasının ölümsüzleştiği bir sürecin başlangıcıdır.
Kaynakça
Aydemir, Şevket Süreyya. Tek Adam: Mustafa Kemal (1922-1938), Cilt 3. Remzi Kitabevi.
Bozok, Salih ve Cemil S. Bozok. Hep Atatürk'ün Yanında. Çağdaş Yayınları.
İrdelp, Neşet Ömer. Atatürk'ün Hastalığı Hatıraları.
Kılıç, Ali. Atatürk'ün Son Günleri. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.