Çocukluğum ve ergenlik yıllarım, Sultaniye mahallesinde, eskiden su deposu olarak kullanılan binanın yanındaki üç katlı evde geçti. Alt katta anneannem, orta katta biz, üst katta da dayımlar otururdu. Dayımda üç kız, biz de erkek kardeşimle birlikte iki çocuk, kardeş gibi birlikte büyüdük.
Benim ve mahalle çocuklarının oyun alanları, eski su deposu ve Laz bakkal diye anılan rahmetli Abdullah amcanın bakkal dükkanının yanındaki beton zemindi. Arkadaşım Gülçin’lerin evinin önündeki geniş, beton zeminde, bazen duvarda sektirerek, bazen elimizle yakalayıp, “a,b,c” veya “üstü a,b,c” seslerinin eşlik ettiği, lastik top oyununu oynamaya bayılırdık.
Ortaya kiremitlerin dizilerek devrilmeye çalışıldığı “tombik”, ortadaki ebenin topla vurulmaya çalışıldığı “yakantop” , “istop”, “saklambaç” , “beştaş” bizim çocukluğumuzun vazgeçilmez oyunlarıydı.
Susurluk Çayı’nın tertemiz, içine girilip yüzülebildiği, Susurluk’lu bütün gençlerin yüzmeyi bu çayda öğrendiği zamanlardı. Rahmetli Hasan dedem, çocukları çok severdi. Biz beş torununu ve aynı mahallede oturduğumuz kardeşinin çocuklarını peşine kattığı gibi, parka, dereye götürürdü. Susurluk Çayı’nın kenarında hem piknik yapıp, hem de yüzmeye gitmişliğimiz çoktur. O kadar çocuğun sorumluluğunu almaktan nasıl korkmamış diye çok düşündüm sonraları.
Sevecen, herkes tarafından sevilen sayılan, eli açık bir insandı sevgili dedem. Aklından mı, yoksa o da birilerinden mi duymuştu bilmediğim çok güzel masallar anlatırdı. Benim oğlumun da onu tanıma şansı oldu. İster evine gittiğimizde, ister bizim eve geldiğinde olsun, daima çocuklara verecek çikolata, atıştırmalık bulunduran bu güzel insana oğlum, “çuku dede” adını takmıştı. Sürpriz var mı diye diye de, atıştırmalıkların adı “sürpriz” kalmıştı.
Buzağlık köprüsünün altında dedemin kardeşi Ali amcanın bir bahçesi vardı. Birgün dedem bizi ve kardeşinin çocuklarını bu bahçede piknik yapmaya götürmüştü. O zamanlar çayın kenarı plaj gibi incecik kum kaplı, suyu da, içilecek kadar temizdi.
Hep birlikte çaya girdik, eğleniyoruz. Dedemin yeğeni İsmail’in ayağını çaya atılan bir cam parçası yarmasın mı? Çaya yürüyerek gelmiştik. Çocukların en büyükleri ben ve İsmail’in ablası Dilek’ti. Dedem hiç sakinliğini bozmadı. Hemen İsmail’in ayağını temiz bir mendille bağlayarak kanın durmasını sağladı. Dilek ve ben küçüklerin ellerinden tuttuk, dedem de İsmail’i sırtladığı gibi, köprünün üzerine çıkarak, bir araç gelmesini beklemeye başladık.
Ne geldi dersiniz? Belediye kepçesinin üzerinde Hüseyin abi. Dedem ve biz çocuklar sıralandık kepçenin içine. Nasıl komik bir görüntü anlatamam. O zamanlar internet olsaydı ve birileri bizi görüntüleseydi, hem tıklanma rekoru kırardı, hem de ana haber bültenlerine çıkardık herhalde. Bazen mecburiyetler, insanlara olmadık işler yaptırabiliyor.