Sevgi Yolu’nda yürüyorlardı. Akşamları bu yolun kendine özgü enerjisi, ağaçların arasından süzülen loş ışıklar ve havada asılı duran o tarifsiz duygu yumağı, özellikle gençlere çekici geliyordu. Sanki bu yol, her akşam kalp atışlarıyla yeniden canlanıyordu.
İki arkadaş, yolun hemen yanında uzanan parkta bir bankın boş olduğunu fark ettiler. Oturup dinlenmek ve sohbetin tadını çıkarmak istediler.
"Aydan sen otur," dedi Suna, gülümseyerek. "Ben dondurma alıp geliyorum."
"Olur..." diye mırıldandı Aydan, bir kuğu gibi incecik bedeniyle salınarak giden arkadaşına bakınarak.
Dondurmalarla sohbet çoktan koyulaşmıştı. Konu, her zamanki gibi, arkadaşlarının inişli çıkışlı ilişkilerine geldi. Kâh gülerek dedikodu yaptılar, kâh ciddileşip uzun uzun yorumlarda bulundular. Ancak bir süre sonra, karşılarındaki ağaca yaslanmış duran genç adamın, sürekli üzerlerinde olan, huzursuz edici bakışlarını fark ettiler.
Önce aldırmamaya çalıştılar. Ama o bakışlar, sanki üzerlerine yapışıyor, rahat vermiyordu.
"Suna," dedi Aydan, hafifçe eğilerek, "fark ettin mi, çocuk bize dikildi kaldı resmen... Gözlerinde tuhaf bir ifade var; sanki bir şeyi bekliyor ya da bir sırrı var gibi."
Suna, başını çevirip görünce huzursuzlandı. "Buradan kalkalım mı? İçim daraldı. Bizi izlemekten öte, sanki bir şeyi ölçüp biçiyor."
Sessizce ayrılıp Sevgi Yolu’nda ilerlediler. Az ileride başka bir boş banka rastladılar, bu kez daha içeri, kalabalıktan biraz uzak. Oturup derin bir nefes aldılar.
"Kız Aydan" dedi Suna, az önceki genci hatırlatarak, "adam seni bayağı beğendi galiba..."
Aydan kahkahayı bastı. "Hadi oradan! Sana tutkun tutkun bakındığını inkâr etme. Bildiğin vurulmuş gibi bakıyordu! Ama bakışları sadece hayranlık değildi, biraz da... gerginlik vardı."
"Yok canım, benim tipim değil ki," diye omuz silkti Suna, ama yüzünde hafif bir kızarma seziliyordu.
Tam o sırada, arkalarından gelen hafif bir esintiyle karışık, incecik bir hışırtı hissetti Suna. Bir şey omzuna hafifçe yerleşmiş gibiydi. Elini omzuna götürüp baktığında, kırmızı bir gül goncası ve yapraklarının arasından sarkan, soluk bir kurdele gördü.
"Bu da ne ya!" diye irkilerek söylendi. "Kim bıraktı bunu? Kimse yakımızda yoktu ki!"
Aydan’ın gözleri büyüdü. "Kızım, sana âşık birisi olmalı. Hem de öyle sıradan biri değil, bayağı romantik ve sürpriz seven biri gibi duruyor. Hangi ara yanımıza yaklaştı da fark etmedik?"
İkisi de çevreye dikkatlice bakındılar. Ve derken, ileride, ağaca yaslanmış az önceki genci gördüler. Gözlerini ayırmadan Suna'yı süzüyordu; bakışlarında çekingen ama kararlı bir hayranlık vardı. Ancak genci, gülün bırakıldığı an ile ilişkilendirebilecek hiçbir hareketini görmemişlerdi. Sanki havadan inmişti.
Suna, gülü elinden düşürür gibi yaptı. Soğuk bir sesle, "Hoş değil," dedi ve gülü yere bıraktı.
Gülün sapına ince bir kâğıt sarılıydı. Yere düşünce, kâğıt yavaşça açıldı. Aydan yerden eğilip aldı, merakla baktı. Kâğıdı açtığında içinde bir telefon numarası ve kısa bir not gördü:
"Bugün bir zümrüt çıktı karşıma... Kaya."
Aydan, kâğıdı Suna'ya uzatırken heyecanla fısıldadı: "Kız bak, çok nazik birisi bu. Hem belli ki kültürlü, mecaz falan yapmış... Ama neden sadece 'Kaya' yazmış? Soyadı nerede?"
Suna başını iki yana salladı. "Umursamıyorum..." dedi, ama kâğıdı buruşturup buruşturmamak arasında kararsız kalan ince ve uzun parmakları, içindeki küçük sarsıntıyı ele veriyordu.
Zaman geçti. O bakışlar, gül goncası ve o küçük kâğıt, düşündükçe içini kıpır kıpır eden anılara dönüştü. Kaya’nın ilgisi hiç kesilmedi. Ne bakışları, ne soruları, ne de özenle seçtiği sözleri... Kaya'nın, Kuğu'suydu. Derken bir gün, Suna tereddütlerini bir kenara bırakıp Kaya’yı ailesiyle tanıştırmaya karar verdi.
O akşam evde misafir ettiler onu. Hep birlikte yemek yediler, sohbet ettiler.
Ertesi sabah kahvaltıda, Kurtuluş Bey çatalı bıraktı, ciddi bir ifadeyle kızına döndü:
Akşamki buluşmada Kaya’nın tutuk kaldığı yerler olsa da genel olarak saygılı, ölçülü ve nazikti. Yine de, bazı detaylar babasının gözünden kaçmamıştı.
"Yavrum," dedi, "bu çocuğu ben biraz garip buldum. Konuşmalarında kopukluklar oluyor. Bir de nefesinde tuhaf bir koku var. Ne puroya benziyor, ne pipoya. Sigara hiç değil. Keskin, metalik bir koku... Sanki bir maden ya da kimyasal."
