Kadın bir hayli yorgundu. Otobüsten inmesiyle birlikte ilk bulduğu taksiye atlayıp, merakla beklediği yerin havasını solumaya doğru harekete geçti. Açlığını bile unutmuştu; ne sabah çorbası içmişti ne de bir şeyler yemişti. Ülkenin bir ucundan kalkıp gelmiş, uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından yıllardır hayalini kurduğu hedefini gerçekleştirmek istiyordu. O mekânda olmanın keyfini doyasıya yaşamak ve her şeyi içselleştirmek arzusundaydı.
Taksi, ulaştırılabilecek son noktaya kadar onu getirdi. Kadın, insan seline karıştı ve o kargaşanın içinde geçen dakikalar ona saatler gibi geldi. Sabretmek gerektiğini düşünerek beklemeye koyuldu.
Tam o sırada bir simitçi belirdi. Kadın, diğerleri gibi aceleyle simit almak için ileri atıldı. Simitler öyle çabuk tükeniyordu ki herkesin kendisi gibi aç olduğunu fark etti. Hayatında belki de ilk kez bu kadar hızlı satış yapan simitçinin sepeti birkaç dakika içinde boşalmıştı.
Beklemenin ardından kapılardan içeri girebildiğinde derin bir nefes aldı ve sessizce Tanrı'ya şükretti. Yoluna devam ederken, taşlarla döşenmiş düzgün bir yolda yürüdüğünü fark etti. Yolu süsleyen aslan heykellerini görünce kendi kendine, “Demek ki Aslanlı Yol’dayım” dedi ve içinden bir kez daha şükretmek geldi.
Aslan heykellerine yaklaştı, başlarını okşadı. Tarihe olan tutkusu canlanmıştı; zihni, geçmişin izlerini aramaya başladı. Zamanın derinliklerinde bir yolculuğa çıkarak, 1.350 yıl öncesine, Ötüken bölgesindeki kazılar sırasında ortaya çıkan Bilge Kağan’ın babası İlteriş Kutluk Kağan’ın anıt mezarındaki aslan figürlü yola gitti düşünceleriyle. Yapımına 80 yıl önce başlanan şu anki yerin, Orta Asya’daki bu bulgular keşfedilmeden nasıl böyle benzer detaylara sahip olduğunu sorguladı. Yürümeye devam ederken solunda kalan ihtişamlı yapıya dikkat kesildi.
Girdiği yapının eşsiz bir kişisel kütüphane olduğunu keşfedince hayranlıkla duraksadı. “Nasıl olur da bir insan bu kadar kitabı okuyabilir?” diye mırıldandı hayretle. Dahası, sadece Türkçe değil, farklı dillerde yazılmış birçok kitap da rafları doldurmuştu. Bir kitabı eline aldı, sayfalarını çevirdi ve bazı cümlelerin altının çizildiğini, paragraflara yıldız konduğunu fark etti; hatta bazı sayfalara Arap alfabesiyle notlar düşülmüştü.
Halide Edip Adıvar’ın savaş sırasında bile çadırında kitap okuduğunu belirttiğini anımsadı birden.
Aslanlı Yol’un tarihsel izlerini keşfetmenin kaynağını tam olarak bulmuştu: Anlaşılan o ki, kazılardan çok önce bu bilgi bir şekilde kayıp sayfalara aktarılmıştı ve o izi bilenler vardı.
Kütüphaneden çıkıp sola döndüğünde gözleri karşısındaki devasa anıta takıldı.
İşte, uzun zamandır özlem duyduğu yer karşısındaydı. İnsanların arasına karışarak hedefine doğru ilerlemeye başladı. Kimseyi rahatsız etmek istemiyor, kendine has dinginlikle adımlarını atıyordu. İnsanlarla omuz omuza ve yavaşça yürüyordu.
Bir süre sonra merdivenlere ulaştı. Merdivenleri bir dağcının çevikliğiyle tırmanmaya başladı. İçinden “son basamaktayım” diye geçirdi. Tepeden geriye dönüp baktığında ardında ilerleyen insan kalabalığını gördü. Dalgalanan bir orman gibi görünüyordu. Fakat orman, bilinen renginde değildi; asaletin tonlarıyla bezenmişti ve içinde saflıkla gökten süzülen kandilleri barındırıyordu. Kadın dalgalanan ormanın ihtişamına dalıp gitti. İçi, tutku ve aşkla doluydu; bu manzara ona geleceğe dair umut verdi ve rahatlamasını sağladı.
“Şükür...” diyerek minnettarlığını dile getirdi. Yanında duran genç bir kız sessizce eline ipek bir mendil uzattı. Ayla, kirpiklerindeki şebnem damlalarını sildi, genç kızın ince davranışına teşekkürlerini ileterek mendili geri verdi. Özge, mutluydu: “Bu mendili ömrüm boyunca yıkamayacağım. İçten bir özlemin hatırası olarak saklayacağım” diyerek kadını takip etmeye devam etti.
Kadın sütunların arasından geçerek ilerledi ve nihayet hasretle beklediği kabre ulaştı. Göğsünde taşıdığı kırmızı karanfili mozolenin üzerine bırakırken gözyaşlarını bastırmaya çalıştı. Derin bir nefes alarak kenara çekildi, ferforje kapının önünde durup uzaklara baktı, hem düşüncelere dalmış hem de O’nu anıyordu.
O’nun mücadelesi sayesinde kadınlar haklarına kavuşmuştu; bu değerli adımları tek tek hatırladı.
Türk Medeni Kanunu ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanma hakkı sona ermiş, kadınlara boşanma, velayet ve mal üzerinde tasarruf hakkı verilmişti. Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış, doğum izni yasalaşmıştı. Kız çocuklarına meslek edindirmek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kurulmuştu. Köylerde kadınlara muhtarlık yapma ve ihtiyar meclisine seçilme hakkı verilmişti. Anayasa değişikliğiyle kadınlar artık milletvekili seçebiliyor ve seçilebiliyordu. İş Kanunu çıkarılarak çalışma hayatına düzenlemeler getirilmişti. Yeraltında, ağır ve tehlikeli işlerde kadınların çalışmasını yasaklayan Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmesi kabul edilmişti.
Kadının içinde bir minnettarlık dalgası yükseldi; bu hakların pek çoğu, o dönemde Avrupalı kadınların sahip olamadığı düzenlemelerdi.
O’na borcunu en derin duygularla ödediğini hissediyordu ve bunun huzuru, içinde yumuşak bir esinti gibiydi.
Derinlerinden beyaz bir güvercinin havalandığını hayal etti, gözlerini onun arkasından gökyüzüne çevirdi. Güvercin yok oluncaya kadar bakışları onunla kaldı. Sonunda usulca fısıldadı: “Ülkemizi dolaş, özlemimin gerçekleştiğini ve ne kadar mutlu olduğumu tüm kalplere anlat.”
Ayla Hanım, ziyaretini tamamlayıp çıkınca bu kez sol tarafa yöneldi. Sakarya Muhaberesini canlandıran rölyefleri incelerken yanında Özge belirdi.
"Ablam, yorgun ve aç görünüyorsunuz. Gel birer çorba içelim ve dinlenelim" diyerek koluna girdi.
Akdeniz Caddesine yöneldiler.
O sırada beyaz bir güvercinin kendilerine doğru geldiğini gördüler. O da ne! Ardında bir sürü kuş takip ediyordu, adeta bir ordu gibiydiler, her kuş türünden bir adet.
Başlarının üzerinde dönen kuşlar, dört bir yana dağıldı.
O günden sonra ülkenin her yanında ağaçlardaki kuşların daha farklı tonda öttüklerine tanık oldu insanlar.
Sanki ülkedeki tüm kuşlar, kuantum bağıyla, ahenkli bir melodi ile ötüyordu.
Kuş seslerine odaklananlar, "Altın güneş orda sırmalar saçar" dizelerini ruhlarında hisseder oldular...