İsmail ŞAFAK, bu kez de ünlü masalcı Ezop’tan bir öyküyü takmış kafasına… Biz de ‘Kulağınıza küpe olsun’ diyerek sonlandıralım dedik bu öyküyü…
“Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) Ege’de yaşayan ünlü masalcı Ezop’un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen öyküsü:
Öykü bu ya…
Bir inek, bir beygir, bir eşek etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler…
Her biri başka yöne gider.
Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir…
İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüşlerdir.
Beygir merakla sorar:
‘Nedir bu halin inek kardeş?’
İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:
‘Sorma beygir kardeş… Bu insanlar çok merhametsiz… Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar.
Canımı zor kurtardım be kardeş.’
Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:
‘Ah, benim halimi de sorma… Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler ses çıkaramadım.
Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğimde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu kez birçoğunu yeniden taşımaya başladım.
Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş…’
İnek ve beygir böyle konuşup dertleşirken uzaktan eşek görünür.
Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir.
Mutludur.
Üstelik şişmanlamıştır.
Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir.
Üzerinde lacivert takımlar vardır, boynunda beyaz papyon.
İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde: ‘Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?’ diye sorarlar.
Eşek keyifli bir şekilde anlatır:
‘Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu.
Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu.
Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim…’
‘Eeee, sonra ne oldu?’
‘Ne olacak beni başkan seçtiler!’
‘Deme ya hu!.. Yani sen başkan mı oldun?’
‘Evet… Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar; ‘Seninle guru duyuyoruz…’ diye alkışladılar.
‘Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!’
‘Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı ya hu!’
‘Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!”
Öykü bu…
Kulağınıza küpe olsun: Sakın ola ki herkese güvenmeyin… Neyin varsa ondan faydalanırlar, sonra da seni kenara atarlar, tekmeleyiverirler.
Kulağınıza küpe olsun: Her sesi yüksek çıkana da inanmayın. Bazıları o davudi sesi ile öyle bir bağıra bağıra konuşur ki ne söylediğini anlamazsın ama peşinden gidersin. Bazıları anlar işkembe-i kübradan ses çıkardığını. Anlar, ama diğerlerine anlatamaz, inanmazlar…