“Öğretmen mezun olmak üzere olan öğrencilerine okulun son günü son bir ders daha vermek için tahtaya geçer ve tahtaya kocaman “bir” rakamı çizer.
– Bu “bir” rakamı sizin kişiliğinizdir der öğretmen. Uzun emekleriniz, çalışmalarınız sonucunda, bugün mezun olmayı başardınız.
Sonra “birin” yanına bir “sıfır” koyar ve şöyle der:
– Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik “biri”, “on” yapar.
Sonra bir “sıfır” daha koyarak konuşmaya devam eder.
– Bu “sıfır” da, okul sonrasında yıllar içinde oluşacak tecrübedir. “On” iken, “yüz” olursunuz. Hayatın akışında yetenek, disiplin, sevgi, saygı olarak, “sıfırlar” eklenip böyle uzayıp gider. Eklenen her yeni “sıfır”, kişiliğinizi on kat zenginleştirir.
Bunları söyledikten sonra öğretmen, eline silgiyi alıp en baştaki “biri” siler. Geriye bir sürü “sıfır” kalır ve öğretmen dersin son sözünü söyler:
– Kişiliğiniz yoksa veya kişiliğinizden ödün vermişseniz, sahip olduğunuz tüm özelliklerin hiçbir anlamı kalmaz.
İnsan, çoğu zaman, diplomasıyla, ünvanıyla, makamıyla, parasıyla, çevresiyle, yani sahip olduklarıyla tanımlanır.
Oysa bütün bunlar, sağlam bir kişilikle desteklenmediğinde, sahip olduğunuz tüm özellikler anlamını yitirir. Geriye sadece, iyi paketlenmiş bir boşluk kalır.
Herkesin alkışladığı anlarda, erdemli olmak kolaydır. Asıl mesele, kimsenin görmediği yerde doğruyu yapabilmekte yatar. İşte kişilik tam da, burada ortaya çıkar
Çıkarınıza ters düştüğünde bile, ilkelerinizden vazgeçmiyorsanız, gücünüz yokken de aynı cümleleri kurabiliyorsanız, kişiliğiniz vardır. Aksi hâlde sergilediğiniz her meziyet, rüzgâra göre yön değiştiren bir tabela olmaktan öteye geçemez.
Çevremizde bilgisi olan, zekası olan, yeteneği olan, tecrübesi olan, ama ne yazık ki kişiliği olmayan insanlar yok mu? Elbette var.
Bir insan için bilgi, zekâ, yetenek ve tecrübenin hepsi kıymetlidir. Ancak bu özellikleri topluyor olsa bile, kişilikle birleşmediğinde, bu insan tehlikeli bile olabilir. Kişiliksiz bir zekâ manipülasyona, kişiliksiz bir güç baskıya, kişiliksiz bir bilgi ise kibire dönüşür.
Kişiliğinden taviz veren insanlar, küçük ödünleri de masum görürler. Menfaatlerine göre, bugün susarlar, yarın görmezden gelirler, ertesi gün ise savunurlar. Bir bakmışız, dün eleştirdikleri şeylerin bugün savunucusu olmuşlar. İşte o an, o insanlardan geriye sadece, rol yapan bir figür kalır.
Oysa kişilik, insanın en büyük sermayesidir. Kaybedildiğinde yeniden kazanılması en zor olanıdır. Para tekrar kazanılabilir, makam geri gelebilir, itibar onarılabilir. Ama kişiliğinden uzun süre vazgeçen biri, bir gün onu geri almak istediğinde, neyi nerede bıraktığını hatırlamakta zorlanır.
Omurga olmadan nasıl beden ayakta duramazsa, kişiliği olmayan insan da ayakta duramaz. Bu yüzden de, toplumları ileriye taşıyanlar, yalnızca donanımlı değil, aynı zamanda omurgalı da olan insanlardır…