Eski Belediye binasının arkasında bulunan kasaplar halinin önündeydi Mehmet amcanın balıkçı tezgahı. “Bandırma’nın yerli, bugünün çok taze….” diye başlayan anonsu duyunca, herkes pür dikkat kesilir, bugün ne balıklar geldi acaba diye dinlerdi.
Balıkçı Mehmet amca, mesai saatinden sonra kimseyi bulamazsa, açar ses sistemini kendisi yapardı ilanlarını. Yaşına hürmeten, Başkanlar bile ses çıkarmazdı ona.
İşe ilk girdiğim zamanlar, ilanları da ben yapardım. İlk günlerde heyecandan sesim titrediyse de, kısa zamanda alıştım. İnsanlar ses tonumu, diksiyonumu, o kadar beğendiler ki, bunun için özel eğitim aldığımı sanıyorlardı. Oysa işin sırrı, kitap okumayı çok sevmemdi sadece.
O zamanlar Belediye ilanları, ana haber bültenleri gibi uzun olurdu. Bir başlardı, yarım saat, belki de daha fazla sürerdi.
Yerel radyo ve televizyonlar belli dönemlerde açıldı ama, ömürleri uzun olmadı. İnternet daha yoktu. Her ne kadar yerel gazeteler de olsa, hoparlör ağı bütün şehri kapsadığından, Belediye ilanları en etkin iletişim aracıydı.
Esnafın reklamları da bu kanaldan olurdu. Beyaz eşyacısından tutun, kasabına kadar, Susurluk esnafı reklamlarını, belediye ilanları vasıtasıyla yapardı.
Satılık ev, satılık arsa, kayıp hayvan, kayıp anahtarlık, her türlü ilan yapılırdı. Yapılan özel ilanlardan, Belediye Meclisi tarifesi uyarınca, kelime sayısına göre ücret alınırdı.
O yıllarda emlakçılar ya yoktu, ya da çok azdı. Baktım, vatandaş sürekli satılık ev ilanlarını sormaya geliyor. O zamana kadar anonstan sonra atılan ev ilanlarını saklayıp, bir deftere yazmaya ve gelenlere göstermeye başladım. Sanki emlakçıymışım gibi, fiyatını soran mı ararsınız, istediği evin özelliklerini sayıp döken mi?
Gelen bütün ilanları tek tek gösterir, sadece ilan yaptığımı ve ilanda verilen telefon numarasından bilgi almaları gerektiğini anlatırdım ben de.
Hem Başkan, hem de halk, ilanların anlaşılır olarak anons edilmesinden o kadar memnun oldular ki, bu defa mesai dışı yapılmak zorunda kalınan ilanları başkası yapınca, “yapılan ilanı hiç anlayamadık?” diye şikayetler gelmeye başladı.
Şikayetler gelince de rahmetli Tahsin Başkan, mesai dışında da, beni çağırtıyordu. Zamanla da bazı nöbetçi işçiler, bu durumu keyfiyete döktüler. Başkan çağırtmasa bile , “Başkan Sibel yapsın bu ilanı” diye talimat verdi diyerek, mesai saati dışında da, ilan yapılacağı zaman beni çağırmaya başladılar.
Çoğu defa inanmasam da, yine de gidip yapıyordum ilanları. Cep telefonları henüz yoktu, istesem kimse bana ulaşamazdı. Sadece sabit ev telefonları olduğu için, evdekilere yok da dedirtebilirdim. Ama içim rahat etmez, gidip yapardım.
Artık cep telefonları var ve çok kolay ulaşılabilir çalışanlara. Ama maalesef bazı çalışanlara, mesai bitince ulaşamazsınız. Hiçbir dönemde böyle bir çalışan olmadım. Özellikle de Belediyeciysen, 24 saat görevdesin demektir. Aldığım her görevde bu böyle oldu.
Belediye hoparlörü o zamanlar bir gereksinimdi. Günümüzde yazılı, görsel ve işitsel basın, internet sayesinde her yere ulaşabiliyor, hemen hemen her eve girebiliyor. Belediye hoparlöründen de, sadece ölüm ilanları ve zorunlu ilanlar yapılıyor.
Bugün o günleri düşündüğümde, rahmetli Balıkçı Mehmet amca geliyor gözlerimin önüne. Üzerinde asker yeşili yağmurluğu, başında kasketi, ayağında sarı renkli lastik çizmeleri var. Belediye Tahsildarına yatırdığı makbuzun arkasına yazdığı balık ilanını elinde sallayarak, telaşlı bir şekilde Belediye’nin kapısından giriyor.
“Baki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş.” Rahmetli Mehmet amca da, hoş bir sadâ bıraktı hafızalarımıza…