Toplumun her kesiminde görülen ve ortak noktaları, karşısındaki insanın egosunu parlatarak kendine yol açmak olan insanlar hep vardı.
Adına ister yalaka deyin, ister dalkavuk. Bu insanlar, beklentileri oldukları kişinin egolarını şişirerek kendileri yükselirken, karşılarındaki insanı düşürürler aslında. O insan yalakalık zehiriyle önce motivasyon alıp enerji kazansa da, yavaş yavaş gerçekleri göremez hale gelerek zehirlendiğinin farkında bile değildir.
Yalakalığın sihirli kelimeleri vardır: “Müdürüm”, “hocam” ya da “abi”, “valla siz olmasanız bu iş yürümezdi.” Bu cümlelerden biri duyulduğunda, ortama buram buram bir menfaat kokusu yayılır. Yalaka konuşur, karşısındaki büyülenmiş gözlerle ona bakar, egosu tavan yapar. İşte o an bir “ terfi tohumu” bırakılmıştır toprağa.
Bazı işyerlerinde zam alabilmeniz bile, patronu ya da yöneticiyi ne kadar methettiğinizle ölçülür. Bu durumda gerçek çalışanlar arka planda kalır. Çünkü doğru ve dürüst çalışmak maalesef, fazla görünmez bir yetenektir. Bu topraklarda en hızlı gelişen ve en çok seyredilen yetenek ise, yalakalıktır.
Günümüzde yalakalık artık sadece yüz yüze değil, emojili olarak da yapılabiliyor. Bunun adı da, “sosyal medya yalakalığı”. Yaranmak istenilen, güçlü görülen, belki bir gün işimiz düşer denilen insanların bütün gönderilerine “beğeni” atıp methiyeler düzüyorsunuz, işlem tamam.
Yalakalık kısa vadede işe yarayabilir, ama uzun vadede kurumları çürütür. Gerçekten çalışanlar küser, sistem bozulur. Herkes “kim kimi övdü” yarışına girer.
En sonunda kimse kimseye güvenmez, çünkü samimiyet yerini, “ya, bu şimdi içten mi, menfaatten mi?” şüphesine bırakır.
Çünkü dürüstlük cesaret ister, yalakalık ise pratiklik. Ama ne yapalım, pratik olmak, cesaretli olmaktan daha kolay.
Yalakalık da zaten, “en kolay öğrenilen yabancı dil”. Yine de umut var: Belki bir gün herkes, “müdürüm, bu sefer gerçekten harika bir iş başardınız!” Derken, cidden öyle düşünür.
Belki bir gün, samimiyet moda olur. Kim bilir?..