Mikdat BESNİ

Tarih: 30.12.2025 09:40

*Dışarı Çok Soğuktu* Resim: Emine Öykü: Mikdat Besni

Facebook Twitter Linked-in

“Dışarı çok soğuk” dedi Tülin, “Abartıya kaçmamalısın tatlım, kendini korumalısın!”

Defne duymazdan geldi...

Ancak bazıları susmak nedir bilmiyordu.

"Soğukta kalın giyin, yağmurlu havalarda yağmurluk al!”

Sık sık uyarılmaktan rahatsızlık duyuyordu.

Kendi zevkleri, tercihleri ve özlemleri vardı.

Hayat buydu, her şey zamanında yaşanmalıydı. O kadar bıkmıştı ki sürekli yönlendirilmekten…

“Arkadaşlarınla aranda sınır olmalı. İnsanlara güvenme.

Bazıları çok yalan söyler, herkese inanma."

“Zayıflık sefalettir, o çukura düşmemelisin!”

Bu Karasinek’in öğütleri hiç bitmezdi. Sanki hiç genç olmamıştı. Az kalmıştı; on sekiz yaşına geldiğinde, gününü gösterecekti Emirhatun’a…

Neyse, önemli olan bugünün güzel geçmesi için gerekeni yapmaktı. Siyah, ince bir külotlu çorap seçti. Üstüne mini bir etek ve onunla uyumlu. sarı, kısa kollu bluzunu giydi. Annesi kızsa da önemli değildi. O hep müdahale ederdi, Defne de tercihinden vazgeçmezdi. Bluz geçen seneden kalmaydı, biraz dar geliyordu ama vücudunu sarması çok hoşuna gidiyordu.

Çizmesini giydi, hızla fermuarı çekti, “bay bay” diyerek çıktı dışarı. Arkasından söylenenleri duymadı bile; belki de duymak istemediğindendi.

Hiçte soğuk bir hava yoktu dışarıda, üşümüyordu. İlk taksiyi çevirdi. Taksici, aynadan onu süzdü.

“Akasya mı?” diye sordu.

Defne çok şaşırmıştı.

“Nereden bildiniz?”

Aldığı cevap ilginçti:

“Küçükhanım, aceleci tavrınız ve kıyafetiniz söyledi.”

Annesinin sözünü hatırladı: “Taksiciler insan sarrafıdır” derdi.

AVM’nin içinde, kendinden emin bir vücut diliyle yürüyen genç bir kız, kafelerin önünden geçiyordu. Başka bir mekânda olsaydı, ardından süzen onlarca göz olurdu. Ama burası herhangi bir yer değildi; kendinden emin gençlerin takıldığı bir ortamdı. Kimse dönüp bakmadı bile. Bu dünyada erkeklerin hepsi prens, kızlar ise prenses sayılıyordu.

 

Sözleştikleri Limon Caffé’ye geçti. Dikkat çekmeyen bir masaya oturdu. Telefonunu çıkarıp saate baktı; randevuya on dakika erken gelmişti. Her şeyine karışan Karasinek, “Randevularına biraz gecikirsen daha kıymetli olursun” derdi. Olsundu, arkadaşıyla birlikte geçireceği her an heyecan vericiydi.

Ama ortalıkta kimsecikler yoktu. Rüzgar, trafiğe takılmış olabilirdi, birazdan gelirdi.

Koltuğuna yaslandı, telefonunun ekranını kendine çevirip görüntüsüne baktı. Havalı görünüyordu. Saçını biraz daha kabarttı, gerçekten çok hoş olmuştu.

O sırada bir ses duydu:

“Bir şeyler ister misiniz hanfendi?”

Başını kaldırdı.

“Teşekkürler, arkadaşım gelecek, sonra içerim” dedi.

Garson, “Tamam efendim” diyerek uzaklaştı.

Biraz sosyal medyada gezindi. Sude’nin abartılı paylaşımlarına canı sıkıldı. Telefonunu kapattı. Diğer köşedeki masadan gelen tatlı bir kahkaha dikkatini çekti. Genç bir kız, arkadaşıyla sohbet ediyordu. Gözlerine baktı; akvaryumun berrak suyunda dolaşan balığın birden yaptığı sıçrayışı gördü sanki.

Yandaki masaya bir genç oturdu. Elinde bir gül goncası vardı. Gözü kapıdaydı. Solmuş bir çimin suya duyduğu hasreti yaşıyor gibiydi.

Defne, Rüzgar'ı düşündü; bu ilk başbaşa çıkışlarıydı. Çok cömertti, buketle geleceğinden emindi.

Zaman zor akıyordu. Beklemek acı vermeye başlamıştı. Sıkıntısını giderecek tek şeyin, resim yapmak olduğunu hissetti. Çantasından defterini ve kalemini çıkardı. Karalamaya başladı. Mutluluğun resmini yapmak istiyordu.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —